Ressam Orhan Umut: Cebimde biriktirdiklerimle resimlerimde HEMHAL oldum

Yıllarca biriktirdiği yaşanmışlıkları resimleriyle tuvale aktaran ünlü ressam Orhan Umut, Egon Schiele’nin figür anlayışını ve Rembrandt’ın ışık oyunlarıyla bütünleştirerek geçmişinde biriktirdiği anılarıyla birleştirip oluşturduğu farklı tarzıyla sanat dünyasında çok özel bir yere sahip. Umut, Resim dünyasına armağan ettiği, hatta kabul ettirdiği figüristik yaklaşımı ve resim sanatına katmak istediği yenilikleri, Sorumlu Yazıişleri Müdürümüz Erol Işık’a anlattı.

Resim sanatı, diğerlerinden biraz daha farklı bir sanat dalı. Ressamlar, hayallerindekini tuvale aktarıyorlar. Eminim, içinizde biriktirdiklerinizi dışa vurma şekliniz olarak resim sanatını seçtiniz. Peki, ruhunuzda biriktirdiklerinizi dışarıya aktarmaya nasıl ve ne zaman karar verdiniz? Sizi resim sanatına teşvik eden neydi?
Ben çok fazlasıyla gözlem yapan biriyim. Çevremde olup bitenler benim gözlem perspektifime dahil olur. Bu gözlemlerim sonucunda küfemin çok fazla dolduğunu düşünüyorum. İnsanların diyalogları, psikolojileri, halet-i ruhiyeleri, hareket alanları, konforlarını çok fazla gözlemliyordum. Tabii ki, küfe dolunca artık taşmaya başlıyor, ayrıca taşımaya da mecaliniz kalmıyor. Elimde sürekli kağıtlar olur ve sürekli çizerdim.
Resim yaparken gerçekten çok mutlu oluyordum, kendimi buluyordum. Bunu fark ettiğim andan itibaren de bunu ciddi ciddi düşünmeye başladım. Bu işin akademik eğitimini almaya karar verdim. Üniversitelerin sınavlarına katıldım. İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi Buca Eğitim Fakültesi’nde okudum. Bölüm birincisi olarak mezun oldum. Sonrasında öğrenciliğimin birinci sınıfından bugüne kadar hiç ama hiç ara vermeksizin devamlı resim yaptım.
Resimlerim sürekli deneysel bir tavır içerisinde ilerledi. Deneysel tavır, beraberinde değişimi, dönüşümü, evrilmeyi getirdi. Sonuçta da bugüne geldim.

Her ressamın kendine özgü farklı bir tarzı vardır. Hayallerin sınırı yoktur ama tuvale aktarırken de belli bir disiplin içerisinde olmak gerekir. Sizin tarzınız nedir?

Almış olduğunuz akademik eğitim, resmin matematiğini öğretir. Dolayısıyla sınırsız olan hayal gücünüzü disipline eden matematiktir o eğitim. Teknik dersiniz, resmin içindeki dengedir dersiniz, renk dengesi dersiniz, ne derseniz deyin birçok unsurun kendi içerisinde biçimlendiği bir matematiktir bu. Siz yapmak istediğiniz resmi bu matematiğe uygun bir şekilde tuvale aktarırsınız. Bu matematiği uygulamak zorundasınız. Çünkü bir resmin sanat eseri olarak kabul etmemiz için belli bir disiplin içerisinde belli bir matematik üzerine olması gerekir. Eğitim, o sınırsız hayal gücünü bu şekilde disipline eder.
Bu matematiğin dışında resmin bir kurgusu, bir hikayesi, bunlarla birlikte de bir üslubunuzun, bir tarzınızın, bir yorumlama biçiminizin olması gerekir. İşte o deneysel resim yapma süreci sizin kendinizi ve dolayısıyla da resminizin de kendisini bulmasına neden oluyor. Tüm bunların sonucunda da çizginizi buluyorsunuz. Bu figürlere, bu karakterlere ve bu yorumlama biçimine ulaşıyorsunuz.

Resimlerinizde ön plana çıkardığınız özellikler var mı?

Eğitim sürecinde kendinize referans aldığınız yerli ya da yabancı sanatçılar vardır. Bu benim fikrim, bir başkası için böyle olmayabilir. Ressam Egon Schiele, benim figür anlayışımı, resmimi ve bakış açımı tamamen revize eden, tamamen değiştiren, dönüştüren bir sanatçıdır. 28 yaşında bu dünyadan ayrılmış olmasına rağmen dünyada figür çalışıyorum diyen herkes tarafından kabul gördüğü, etkilendiği, aurasına kapıldığı Avusturyalı bir sanatçı. Mesela Rembrandt’ın ışık oyunları var. Size şu kadarını söyleyeyim; siz bu resimlerin kökenine, perdenin öteki tarafına inmeye kalkarsanız, o resimde referans alınan sanatçıların etkilerini birer birer görürsünüz. Sanatçı, o etkilerin üzerini giydirir, kamufle eder, ben de öyle yaptım. Aslında o kamuflajı çıkardığınızda o referans sanatçıları bir bir görürsünüz. Bu durum birçok sanatçıda da böyledir. Burada sizin o etkileri ne kadar iyi kamufle ettiğinizle ilgili bir durum vardır. Direkt olarak şunu söyleyemezsiniz; Orhan Umut resimleri Egon Schiele resimleridir. Etkilerini görürsünüz ama direkt olarak bunu söyleyemezsiniz.

Resimlerinizdeki insan figürleri, manzaralar ve çeşitli objeler var. Tüm bunlar gerçek hayatta olan figürler ya da yansımalar mı yoksa sizin hayal ürünleriniz mi? Hayallerinizle birlikte çevresel faktörleri ve sizi etkileyen oluşumları da resminize aktarıyorsunuz, doğru mu?

Yaşadığım her şey ya da etrafımda olan her şey benim resimlerim için malzeme olabilir. Resmin hikayesi de aynı şekilde tuvalin üzerindedir. O hikâye çerçevesinde örülen bir ağ vardır ve bu ağın her parçası yaşanmışlıklardır. Resimlerimin çıkış noktasında zıtlıklar, kontrastlıklar üzerine kurulmuş koordinatlar vardır. Mesela resimlerimin birinde yer alan posta arabası, bizi geçmişe götüren bir nesnedir. Ancak onun yanında günümüze ait de bir obje kullanabilirim. Önemli olan resimdeki o öğeyi ne derece vurgulamak istediğim, o objeleri nasıl bir araya getirmek istediğim ya da öne çıkarmak istediğimdir. Bu da kendi arasında kontrastlıkları ortaya çıkarıyor. Kısacası hikâyeden, duygudan veya biçimden, kurgudan, kompozisyondan bahsederken kontrastlıktan bağımsız olarak ele almıyorum. Oradaki bir figürün ifadesini bir başka figürün tam tersi bir ifadesiyle dengelemeye çalışıyorum. Kontrastlıkları bir arada kullanmayı, bu gibi oyunlara başvurmayı, izleyicinin “yahu, bunu da mı düşündü, bu ikisini nasıl bir araya getirdi?” diye sordurtmayı ve bu soruyu sorduktan sonra da rahatsız olmamasını istiyorum.

Bir resme baktığımızda size özgü figürler var mıdır? Yahut size özgü ışıklar, renkler, farklı bir özellik görebilir miyiz? Örneğin sizin resimlerinizde fark ettiğim hep bir köpek var… Tarzınızı yansıtacak bir özellik ya da bir nesne var mı?

Çok haklısınız, köpek benim resimlerimde neredeyse vaz geçilmez bir unsur. Köpek cinslerini belirlerken de tamamen hikâyeye bağlı olarak resmediyorum. Gerektiğinde doberman cinsi bir köpeği de kullanabilirim ya da bir beagle cinsi bir köpeği de kullanabilirim. Hangi cins köpek kullanacağımı belirleyen şey, resmin kompozisyonudur.
Köpekle birlikte en çok kullandığım ve sevdiğim şey, çizgili tişörtlerdir. Geriye dönüp baktığımda sahip olduğum şeylerdir bunlar. Mesela bisikleti de çok kullanırım. Bisiklet metaforu da benim sıkça başvurduğum bir olgudur. Özellikle de mavi bisiklet benim için önemlidir. Geçmişte mavi bisikletim oldu ve ben bisikletimi hem çok sevdim hem de bisikletimle çokça vakit geçirdim. Özetle resimlerimde kendime doğru da bir yolculuğum var. Bu yolculuk esnasında bulup cebime koyduğum çok şey var. Hikâyeler, görünümler, enstantaneler ve zamanla bunlar resimlerimde karşımıza çıkabiliyor. 

Tüm bunlara ilaveten hep bir aile kurgusu var resimlerinizde, hem de çekirdek aile değil biraz genişçe bir aile…
Evet, doğru bir tespit yaptınız. Geniş bir ailem var benim. Yaşadığım coğrafya itibarıyla da aile içi ilişkilerim çok güçlü ve girift bir şekilde.

Bu durum, belki de şimdiki zamanda yaşayan çekirdek ailelere bir tepki gibi…

Tabii ki… Bu arada yeni sergimin manifestosu da buna dayalı biraz. Bu sergimin adı “Hemhal”. Geçmişe duyulan özlemi yansıtıyorum o sergimde. Teknolojinin bizi teslim aldığı, bir ekran görüntüsü içine sıkışıp kaldığımız bir dönemden geçmişe duyulan özlemin de vurgusu var o resimlerimde. Geçmişte yaşanan o diyaloglar, yarı mekanik araçlar, objeler, belki de çocukluğumuzun oyunları gibi unsurlar benim için bir resmin kurgusu ya da hikâyesi olabiliyor.

Az önce teknolojiden bahsettiniz. Günümüzde resim sanatına yapay zekâ ile üretilmiş resimler de girmeye başladı. Ayrıca NFT platformları ön plana çıkmaya başladı. Teknolojinin resim sanatına girmesi konusundaki fikirleriniz nedir?

Geçmişten günümüze kadar sanata birçok yenilikler dâhil oldu. Bu gelişmeler yaşandığında hep bir kuşkuyla bakıldı. Acaba bir önceki akımlara, tarza zarar verir mi, yoksa onlar artık öldü mü, diye bakıldı. Her bir yeni akımda, her bir yeni inisiyatifte, her bir değişimde, dönüşümde bunlar söylenegeldi. Ancak hiçbir şey resim sanatını öldüremedi. Özü değiştiremedi. Çünkü resim sanatının özünde insan vardır. O geleneksel yapım biçimleriyle ortaya konan, fırçadan çıkan, boyadan çıkan, yüzeye sürülen bildiğimiz resim anlayışı hiçbir zaman yıkılmadı, bundan sonra da yıkılacağını sanmıyorum. Bunları anlık, dönemsel veya dönemin gerektirdiği popülist yaklaşımlar olarak değerlendiriyorum.
Bundan birkaç yıl önce kavramsal sanat çok ön plana çıkarıldı. Bir dönem iki boyutlu resim çalışmalarının pabucu dama atıldı, dendi. Ama bugün iki boyutlu tuval çalışmalarının hala sanattaki güncelliğini koruduğunu görüyoruz. Hiçbir zaman da kaybetmeyeceği gerçeğini de kabul etmemiz gerekiyor.

İlham kaynaklarınız hep geçmişinizde yaşadıklarınız mı yoksa çevresel faktörler de buna etki ediyor mu?
İkisi de etkili oluyor. Hem geçmişimde cebime koyduklarım hem de hali hazırda yaşadıklarım yaptığım resimlere etki ediyor. Bazen geçmişe dair yaşadıklarım bir resmin başlangıç noktası olurken günlük yaşadıklarım ve hissettiklerim ya da hayal ettiklerim aynı resmin devamını oluşturabiliyor.

Resim sanatı, biraz da pahalı bir sanattır. Malzemesinden tutun eğitimine varıncaya kadar… Ekonomik kaygılar yaşayıp da popüler resimlere yöneldiğiniz ya da sipariş üzerine resim yaptığınız oldu mu?

Erol Işık - Orhan Umut
Ressam Orhan Umut,
Sorumlu Yazıişleri
Müdürümüz Erol Işık'a
özel bir röportaj verdi.
Her sanatçı başlangıçta bu tür kaygılar yaşar. Ancak sanatında ilerledikçe bu kaygıları üzerinden atmaya başlar. Çünkü sanatını artık kabul ettirmeye başladığında ekonomik kaygıları da bir bir yok olmaya başlar. Sipariş üzerine resim yapmıyorum, bunu kabul etmem mümkün değil. Çünkü o zaman benim hareket alanım kısıtlanır ve hayalimi tuvale aktaramam. Ancak bir küçük istisna olabilir. O da resmin büyüklüğüyle ilgilidir. Bazı insanların resimleri asacakları duvarlarının büyüklüğü önemlidir. Bunu bir nebze olsun anlayabilirim. İnsanlar bazen şunu söyleyebiliyor. Hocam, sizin zebralı resimlerinize bayılıyorum, diyebilir. Ancak bunun ötesinde işte iki tane kadın olsun, arkasında dağ manzarası olsun gibi daha ileriye giden istekler, benim kabul edebileceğim şeyler değil.

Renk sizin için ne kadar önemlidir?
Renk, resmin hikâyesi ve karşıya geçirilen duyguyla tamamen ilişkilidir. Arka planda seçmiş olduğum bir gökyüzü rengi, direkt olarak resmin duygusuyla birebir ilişkilidir. Onu destekleyen, ona katkı sunan, onun hizmetinde olan bir şeydir.

Orhan Umut’un bir rengi var mıdır?
Kırmızıdır. Eleştirmenlere, izleyicilere ve sanatseverlere kulak kesildiğim vakit, bir Orhan Umut kırmızısından bahsederler. Resimlerimin büyük bir bölümünde bulunan kiremit kırmızısına benzeyen renk, Orhan Umut kırmızısı olarak bilinir. Bunu çok fazla duyarsınız. Maviyi de aynı şekilde benimle ilişkilendirildiğini görüyor ve duyuyorum. Ama birinci sıraya kiremit kırmızısı rengini koyabilirim.

Işık ve yansımalar ne kadar önemlidir?
Arka planda kullandığım ışık tercihi, tıpkı resimlerimde kullandığım renk kadar benim için değerlidir. Çünkü bir figür ressamıyım. İşin içinde sosyolojik boyut var, işin içinde psikolojik boyut var, işin içinde bir matematik var ve fiziki öğeleri de barındıran bir süreçten bahsediyoruz. Arka planda kullandığım ışığın duyguya, ifadeye, kurguya, biçime doğru şekilde düşmesi gerekir ve onu destekler nitelikte olması lazım.
Az önce kontrastlıklardan bahsetmiştim. Orhan Umut resminin adını koymak istersek, Orhan Umut resimleri kontrastlıklar üzerine kurulmuş, dizayn edilmiş resimlerdir demek doğru olur. Yer yer bunu tam tersi ama o kontrastlığa hizmet amaçlı destek sunan unsurlar da olabiliyor ki, ışık da bunlardan bir tanesi.

Resimlerinizdeki insanları pek de mutlu göremiyoruz. Sıkıntılı bir toplumda yaşadığımız için mi ya da siz karamsar bir toplum mu görüyorsunuz karşınızda? Bunun bir nedeni var mı?
Belki ileride güler diyelim. Ancak benim bakış açımla bakıldığında gülmek ne kadar tabii ve doğalsa ağlamak, üzülmek ya da gülmemek de o kadar doğal. Birçok sanatçı madalyonun arzulanan tarafını gösterirken belki de ben zor olanı tercih ettim ve madalyonun arkasını göstermeye çalışıyorum. Sosyal bir gerçeklilikten bahsediyorum. Gülmek, gülümsemek, tebessüm kadar ağlamak, hüzünlenmek ya da somurtmak da hayata dairdir.

Sanat dünyasının yakından takip ettiği eleştirmen Mehmet Denizhan’ın, “Gökkuşağı renkleri aldatıcı bir şekilde karşımıza çıksa da ana renk, toprak rengi resmin rahmine doğru yolculuk ettiğimiz, ayaklarının bir türlü yere basmayı beceremediği portakal rengidir. Mavi, hep gökyüzünden bize bakmaz. Kırmızı, hep ateşi hatırlatmaz; içimizi yakan şeyleri de hatırlatır.” şeklinde anlattığı kendine has renkleriyle bilinen Orhan Umut, figüristik karakterleri ve hayal dünyasından yansıyan kendine özgü objeleriyle de ön plana çıkıyor.

Özünde HEMHAL  olmak

Kemal Arıkan, Orhan Umut’un “Hemhal” adını verdiği sergisi hakkında özel bir yazı kaleme aldı.

“Cesur yeni bir dünya”dır artık yaşadığımız.
Hayatı aynılaştıran endüstriyel bir dünya.
Popüler kültür ürünü hayatlarımız sonucunda orijinal ve otantik olanın ruhunu teslim ettiği; standart ve rutin olanın, farklılık süsü verilmiş farksızlığın hâkim olduğu bir dünya.
Görkem ve onurun insanın yüklemi olmaktan çıktığı; edinilen yeni misyonun ekonomik olarak kendini sürdürme ve gerçekleştirme olduğu ve kendi kişisel mutluluk serüvenini, kişisel bekasını düşünmek dışında davranmayan; muteber olana değil rağbet görene meyleden; ritüelden yoksunlaşan; pragmatizmin surlarına bayrak diken; dünyayı, maddeyi, doğayı ve insanı bir fotoğraf karesine indirgeyen ve onları birer matematiksel formülasyonmuş gibi, birer ilaç reçetesiymiş gibi açıklayan; duyarsız, sadece kendi gönlünün bahçıvanı olan “protez” insanlar topluluğunca dekore edilmiş metalik bir dünya.
Bağlılıktan değil, yok olma korkusundandır, bir aradalığımız. Ortak şeyleri olmayanlarındır artık ortaklığımız ve maskelerimizdir ilişki kuran. Uğuldayıp duran kalabalıklar içinde yalnızlık adı verilen “Gayya” kuyusundayız.
“Avcı olmak için yaratılmıştık. Ama kendimize alışveriş toplumu kurduk” diyor “Dövüş Kulübü” filmi için David Fincher.
Ayçiçekleri gibiyiz. Vadeden tarafa yöneliyoruz.
Birbirimize söylediğimiz şeyler birbirinin nakaratından, korodan, mırıltıdan ve lafı uzatan yankılardan ibaret. Dar çevrelerde geçici modalar oluşturan düşünceler, basmakalıp amentüler ve soap operet yargılardır artık dile getirilen.
İçtenlikli sohbetlerimizin yerini son aldığımız hi-tec bir ürün ya da “mülteci bir muz” aldı.
Ah! Şu “küçük Hitlercikler” halimiz.
Oysaki “tek başıma kendimi değil, tek başıma bir başkasını nasıl geliştiririm” değil miydi insaniliğe dair akidemiz.
Jackson Pollock, “herkes güzeli görüyor ve fakat kimse acıya bakmıyor” demiştir bir defasında ve eklemiştir “bir tümörüm olsaydı şayet, adını “Marla” koyardım. Ne kadar yatıştıran, sarıp sarmalayan, umut veren ve şu ya da bu eğilimlerimizi cesaretlendiren bir dil.
“Gelin sizinle hile yapalım. Yalnızlıklarımızın ortasında gülümseyen yüzleri, dost elleri söz konusu etmeden yapalım.
Aylardan Mart der demez, ellerimizde bordo güller ve dudaklarımızda yarım kalmış aşk şarkılarıyla bir avuç bilye olup kentin tenha sokaklarına dağılmışız gibi yapalım. Oturup, eski zaman çayhanelerinden birinde, radyoda çalınan fasıl heyetine ayaklarımızı yere vurarak tempo tutmuşuz gibi yapalım. Kurşun sıksan geçmeyen geceleriyle bilinen sokaklarında, kurup kendi “Alice Harikalar Diyarımızı” kapı eşiklerine, muhabbet krizleri arasında günlerin anasını satmışız gibi yapalım”.
Unutmayalım!
“Rahat olur özü sözü bir olanlar hele bir de özünde hemhal olanlar.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Günnur Ulusoy'dan "Çizgisel Hayatlar"

Anadolu efsaneleri

Kadın girişimciden Doğu'ya yatırım

Şima'nın mitolojik kadınları

İşte “Miss&Mr. Fashiontv 2024”

Batman'dan sonra Kars'ta

Kadınları hayattan ayırmayın!

Güzeller “Dubai Çikolatası” yaptı