İrfan Seçkin: Bazı ressamlar boya karıştırmasını bilmez

Özgün resimleriyle yıllardır sanat dünyasında haklı bir başarıya imza atan usta ressam İrfan Seçkin, “Özgün resim yapan iki sanatçıdan biriyim.” diyerek birbirinden farklı tarzları bir araya getiriyor. “Kimsenin görmediği, yapmadığı resimleri yapmaya çalışıyorum.” diyen Seçkin, Tatbiki Güzel Sanatlar Fakültesine alınmayışından resmin inceliklerini ne kadar zor şartlarda öğrendiğine kadar bilinmeyen birçok yönünü Sorumlu Yazı İşleri Müdürümüz Erol Işık’a anlattı.

Hocam, bu resim merakı nereden kaynaklandı, nasıl başladı? Bugün Türkiye’nin üstat düzeyinde bir ressamısınız, sanırım bu hiç kolay olmadı. Resim macerasını okuyucularımıza anlatır mısınız?
Ben 13 yaşında tabelacı çıraklığıyla başladım. O sıralar ortaokula gidiyordum. Benim bütün sülalem, ahşap oymacısıydı. Adana’da halen ahşap oymacılığı yapan yeğenlerim var. Önce ahşap oymacılığına başladım ama ahşap oymacılığından fazla zevk almadım. İlkokuldan beri resmi güzel yapıyordum ve yaparken keyif alıyordum. Lise yıllarında da resme devam ettim. Liseyi bitirdiğimde tabela konusunda usta olmuştum yani. Sonra İstanbul’a Tatbiki Güzel Sanatlar’a geldim. Tatbiki Güzel Sanatlar tam bir macera oldu. Önce bana kontenjanın dolu olduğunu, beni seneye alacaklarını söylediler. Aklımda hep Tatbiki Güzel Sanatlar vardı. Çünkü o zamanların en iyi ve en gözde okuluydu. Onun hayaliyle yaşıyordum. Yapmayın, etmeyin dedim ama yine de almadılar. Seni seneye hem de birinci olarak alacağız dediler.

Zaten tabela ustası olduğum için 5-6 ay Kadıköy civarında çeşitli yerlerde çalıştım. Sonra Süper Reklam adlı şirketimi açtım. O sıra İktisadi İdari Bilimler Fakültesi’ni kazandım. İkinci sınıfa geçince baktım para da kazanıyorum, tabelacılığa devam ettim.

27 sene boyunca Mudo mağazalarının reklam görsellerini yaptım. Mustafa Taviloğlu ile çalışmak kolay değildi. Çok titiz adamdı, bir reklam üzerinde anlaşana kadar çok uğraşırdık.

Son dönemde resim çalışmalarınıza hız verdiniz, bunun bir nedeni var mı?

Aslında hız vermedim, ben hep resim yaptım. Oğlum da torunum da Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar’dan mezundur. Aile boyu sanatçıyız yani. Oğluma bir gün dedim ki, “Ben artık resim yapacağım, her şeyi sana devrediyorum. Ben kendimle baş başa kalıp resim yapacağım.”

Çünkü para düşünmek istemiyorum artık, mal düşünmek istemiyorum. Sadece resim yapmayı düşünmek istiyorum. Eğer bunları düşünürsem resim yapamam. Resim yapan adamın maddi düşüncesi olmaması lazım. Ben bunları söyleyince oğlum da bana hak verdi ve ben artık hiçbir maddi düşüncem olmadan resim yapıyorum. Artık Süper Reklam ve tabela işimizi oğlum yürütüyor.

Maddi kazanç düşüncem olmadan yaptığım resimleri, sekiz sene boyunca kimseye göstermedim. Bir tek Yahşi Baraz gördü, çok beğendi ve satın almak istedi, çok ısrar etti ama vermedim. Çünkü resimlerimi çok seviyorum ben.

Resim satmaya nasıl karar verdiniz?

Sonra ressam arkadaşım Muammer Durmuş ile birlikte atölyede otururken Ulusal Kanal geldi. Bir sergi organizasyonunda resimlerimi sergiledim. Daha sonra da sergilerim oldu ama çok isteksizdim ve resimlerimin satılmasını istemiyordum. Satılmadığı zaman daha çok memnun oluyordum. Şimdi nereden baksanız 2 bin tane resmim var.

Ben günde sekiz saat çalışırım. Pazar günü de dahil resim yaparım. 3-4 ay önce artık ısrarlı bir şekilde piyasaya girmemi istediler, insanların resimlerimi görmesi gerektiğine beni ikna ettiler. Zaman zaman atölyeme gelip resimlerimden satın alıyorlardı ama sergilere katıldıktan sonra çok daha büyük ilgi görmeye başladım. Zaman zaman iki yerde birden sergi açmaya başladım. Bu ısrarlar üzerine ben de resimlerimi satmaya karar verdim. Ancak bu piyasa, bambaşka bir alemmiş.

Ulusal Kanal’ın Bindallı Sergi Salonu vardı, ilk sergimi orada açtım. Bir gazeteci geldi, “Ben bir akrabamın yakındaki sergisine gelmiştim, buradan geçerken uğradım. Sizin hakkınızda yazı yazabilir miyim?” dediğinde ben de memnun olacağımı söyledim. Türkiye Gazetesi’nde, “Adam resmi çatlatmış” diye yazdı.

Ben resim yaparken hiçbir yere bakmam. İstanbul resmi yapıyorsam hiç bakmam. Mesela bir resmimde köprü terstir. Düzgün yapsaydım belki de bu kadar güzel olmayacaktı. Tersmiş, düzmüş beni o ilgilendirmiyor ki… Benim için resmin güzelliği ve onu izleyenlerin aldığı keyif ilgilendiriyor.

Resim piyasasına girmeye karar verdiğimde ilk etapta hemen 25 tane resmim satıldı. Şu sıralar Artvizyon Gallery ile çalışıyorum. Yavaş yavaş isim yapmaya başladık. Bakalım nasıl devam edecek. Ancak görüyorum ki, birileri resim yapıyor, resimden çok ismi satıyor.

20’DEN FAZLA TARZIM VAR

Sanatın kategorisi olmaz ama kendinizi tanımladığınız bir tarzınız var mı?

Benim resimlerimde 20 tane farklı tarz bulabilirsiniz. Ben bir resim yaparken diğer bir resim beni rahatsız eder. Sanki gaipten bir adam geliyor bana şu resmi yap diyor. Muhayyile gücüm çok güçlü. Bu konuda da iddialıyım, muhayyile gücümle kimse yarışamaz benimle. Her şeyden resim çıkarabilirim. Bir resim yaparım, öbür resim beni rahatsız eder. Resim yapmadığım zaman da rahatsız olurum. Bazen evdekiler, “bu pazar da atölyeye gitme” diyor ama ben yine dayanamayıp gidip resim yapıyorum. Bazen uykumdan uyanıyorum, rüyamda resim yaptığımı hatırlıyorum.

Resme baktığımda benim birinci şartım, “Bu adamın bu resim nereden aklına gelmiş” demesi lazım görenlerin. Benim resimlerime bakanlar, hiçbir şekilde bir yerden ya da bir başka resimden esinlenmiş diyemez. Hepsi çok özel ve orijinaldir. Bazen benim sergimi gezen ressamlar, “ben de resim yaptığımı zannediyordum” diye bana gelip tebrik ediyorlar.

İkinci şartım, “Bu adam bu resmi nasıl yapmış” demeli.

Üçüncü şartım, resmime bakanların dikkat ettikçe farklı detaylar ve farklı figürler görebilmesidir. Benim resmimi baktıkça keşfetmeliler. Her baktıklarında başka bir şey keşfetmeliler. Her baktıklarında farklı bir anlatım görmeliler. Picasso’nun dediği gibi, “Resim bir savaş alanıdır.”

Tarzımı anlatmamı isteyenlere, benim bir tarzım yok, birden çok tarzım var diye yanıt veriyorum. Benim atölyeme gelenler, “Burada kaç kişi çalışıyor” diye soruyorlar. O kadar farklı tarzlar var yani. Ama benim atölyemde sadece ben çalışıyorum. Mesela bir serimde kalın çizgilerle “gizem” serisi oluştururken, bir başkasında ince çizgiler kullanıp farklı bir çalışma yapıyorum. Oradan Picasso çizgili bir başka resme geçiyorum. Çizgilerin hiç olmadığı bir başka serim var.

Renk önemli mi sizin için?

Benim resimlerimde renk çok önemli. Ben Türkiye’deki iki özgün ressamdan biri olduğuma inanıyorum. Büyük bir sergiye gitmiştim, baktım ki hemen hemen bütün resimler kahverengi ve bej tonlarında. Kimse de bunun farkında değil. Renkli resim yapmak cesaret ister. Çok güzel bir resim yaparsın ama sonunda bir renk atarsın, resmi mahvedersin. Benim kişiliğim gibi resimlerim de çok renklidir. En çok kullandığım renk, aslında en az kullandığım renktir. Paletime bakarım, en az kullandığım renk hangisiyse o gün o rengin ağırlıkta olduğu bir resim yaparım. Paletimde kırmızıyı az kullanmışsam yani kırmızı rengim fazlaysa o gün o rengin ağırlıkta olduğu bir resim yaparım.

BOYA KARIŞTIRMASINI
BİLMEYEN RESSAM VAR

Öğrenci yetiştiriyor musunuz?

Senelerce atölye işlettim, kalfa yetiştirdim, usta yetiştirdim. Bizim zamanımızda ustalar hiçbir şey göstermezdi. Mesela ben çok iyi altın varak yaparım. Gümüş varak yaparım. Hattın kralını yaparım ben. Benim fırçam çok güzeldir, benimle kimse yarış edemez. İlkokul ve ortaokul yıllarında bir bisikletim vardı, önünde “tabela yapılır” diye yazardı. Esnafı dolaşıp tabelalarını yapardım. Babam da çerçeve ustasıydı, benim yaptığım tabelaların çerçevesini de o yapardı. Ustalar altın varak yaparken küçük bir odanın içine girer, orada yaparlardı, kimse görmesin diye. Şimdiki gibi akrilik boyalar filan yoktu. Yağlı boyayla bez afiş yapardım, boya dağılırdı. Usta yazardı, dağılmazdı. Ustaya da bunu soramazdın. Bizim orada Yahya Usta diye biri vardı, bir gün gittim onun yanında çalışmak istediğimi söyledim. Haftalık vermeyeceğini söylemesine rağmen yanında çalışmaya başladım. Bir gün bez afiş yazmadan önce boya hazırlıyordu, ben de boyanın içine ne koyduğunu görmeye çalışıyordum ama bir türlü göremiyordum. Elimdeki çivi bitmiş gibi yapıp içeri girdim. Usta elindeki kavanozu tezgâhın altına atıverdi. Ben de görmezden geldim ama içim içimi yiyor ne var o kavanozda diye. Aldım çivileri çıktım dışarıya. Bir fırsatını bulup o kavanoza baktım, benzinmiş. Yağlı boyayı benzinle sulandırıyor, bez afişe sürdükten sonra benzin uçunca yağlı boya dağılmıyordu. İşi öylece çözdüm ama bir yaz boyunca bedava çalışmış oldum.

Bir keresinde de bir doktordan cam bir tabela işi almıştım. Dışını siyaha boyadım, yazı dişi olarak ortada kaldı. Oraya yaldız vuracağım ama hangi yaldızı kullanacağımı ya da nasıl yapıldığını bilmiyorum. Doktordan da yaparım diye siparişi aldım. Bizim mahallede tabelacıda çalışan bir kalfa vardı, ustaya soramadığım için ona sordum. Nalburdan istediğimi alabileceğimi, önemli olmadığını söyledi. Benim yaptığım tabela sentetik, nalburdan aldığım yaldız selülozik. O yaldızı vurunca çatır çatır çatlattı her tarafını. Özetle eskiden bir şey öğrenmek için çok çaba harcardık.

Şimdi işler daha kolay ama şimdi öğrenmek isteyen yok. Kime ne söyleseniz, ben biliyorum diyor. Ressam olmak enteresan bir meslek, bu camia acayip bir yer. Birine bir şey söylüyorsunuz, şunu şöyle yap diyorsunuz, ben zaten biliyorum ama böyle yapıyorum diyor. Hatasını bile kabul etmiyor insanlar. Ben de artık kimseye bir şey söylemiyorum. Bakıyorum bazı ressamlar, boya karıştırmasını bile bilmiyor ama hiç müdahale etmiyorum artık. Ama böyle düşünenler yanlış yapıyor. Ben birine bir hatasını söylüyorsam, sevdiğim için, dostu olduğum için söylüyorum. Bu da böyle bilinsin.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Günnur Ulusoy'dan "Çizgisel Hayatlar"

Anadolu efsaneleri

Kadın girişimciden Doğu'ya yatırım

Şima'nın mitolojik kadınları

İşte “Miss&Mr. Fashiontv 2024”

Batman'dan sonra Kars'ta

Kadınları hayattan ayırmayın!

Güzeller “Dubai Çikolatası” yaptı