Hakan Yaşar: Dünyaca ünlü çılgın Türk ressam
Norveç’te yaşayan Türk ressam Hakan Yaşar, gurme aşçısı iken hayallerinin peşinden koşup beş yıl önce ilkokuldan beri hayali olan ressamlığa dönüş yapıp kısa sürede dünya çapında üne kavuştu. Dünyaca ünlü ressamların idolü Norveçli ünlü ressam Odd Nerdrum’un da beğenisini kazanan neo klasik Türk ressam Hakan Yaşar, berber salonunda açtığı ilk sergisinden bugüne beş yılda zirveye çıktı.
Öncelikle yurt dışında oldukça popüler bir sanatçısınız ama sanat geçmişiniz de çok fazla değil. Türk sanatseverler için kendinizi biraz tanıtır mısınız?
Aslen Diyarbakırlıyım ama Konya’da doğdum. İlkokula giderken kitapların arasına ya da tahtaya resimler çizerdim. Bu yüzden de çok azar işittim. Babam 1987’de Norveç’e gitmişti. Biz de 1990 yılında aile birleşimi nedeniyle 14 yaşında Norveç’e gittim. İlk süreçte okula gitme, lisan öğrenme, mesleki okula gitme gibi zamanlar geçirdim. O sıralar resme zaman bulamadım açıkçası. Mesleki okulda elektro lisanıyla uğraştım, çünkü yabancı dilin de teknik bir kısmıydı. Bu eğitim süreci çok ağırdı ben de önce bulaşıkçılıkla yemek sektörüne girdim. Oraya giden ilk Türklerin çoğu restorancıdır. İkinci jenerasyon taksici, üçüncü jenerasyon da otobüsçüdür. Onların çocukları ancak Norveç halkıyla birlikte okula gitmeye başlamıştır. Doktordur, mühendistir, o mesleklere sahip olabilmeye başlamıştır.Hızlı para kazanabilmek için bulaşıkçılıktan başladım. Ara ara resim yapıyordum. Bir galeriye gitmişliğim yok, bir ressamın öğrenciliğini yapmışlığım yok, kendi çapımda resimler yapıyordum. Zaten bizim çevrede ressam yok.
Portre çizmeyi çok seviyordum, yaşanmışlıklardan dolayı melankolik duygularım hep vardı. İçimde hep bir resim aşkı vardı ama para kazanmam gerektiği için hep arka plana atıyordum. Birçok restoran var, diskotek işletiyorum filan hiç zaman kalmıyordu. Norveç’in de en iyi gurme aşçılarından biri olmuştum.
2018 yılında beni Nerdrum’un (Odd Nerdrum, dünyaca ünlü Norveçli figüratif ressam) yanına bir davete çağırdılar. Yemekleri yaptım ve o ortamın kokusunu aldım, resimlerini gördüm. Sonrasında Nerdrum’a dedim ki, sen bu resimleri yapıyorsan, ben neden yapmayayım?Patron olmaktansa sanatın kölesi olurum dedim, iki restoranımı sattım, Norveç’in en ünlü caddesi Yürüyen Cadde’de üç katlı bir yer tuttum. O güne kadar sergi açmamışım, bırakın sergiyi resimlerimi neredeyse kimse görmemiş ama ben üç katlı bir galeri kurdum. Öyle bir aşkla galeriyi açtım ki, posta kutusunun üzerine bile ismimi yazdım. Web sayfası, sosyal medya hesapları filan resim piyasasına çok hızlı girdim yani. Ondan sonra çalışmaya başladım.
İlk başlarda tekniklerini anlamak için hayranı olduğum Rembrandt ve Nerdrum’u kopyalamaya başladım, araştırmalara giriştim ve yavaş yavaş gelişmeye başladım. 2018’in eylül ayında restoranımı sattım, ekim ayında da atölyemi açtım.
Bir yer açmak için iyi bir zaman mıydı, kötü bir zaman mıydı?
İlk serginizi ne zaman ve nerede açtınız?
Parayı bitirmişiz, isim yok, satış yok, gerçekten zor durumdayım yani. Bir tane resim satsam, toparlayacağım ama satış yok. Sergi bitti, sırtladım resimleri geri döndüm. Para lazım, çocuklar, eşim para istiyor, evi geçindirmek zorundayım.
Nasıl çözdünüz bu zor durumu?
Ama yine para yoktu. O ara Bergen’de beni internetten, sosyal medyadan takip eden bir berber vardı. Aradım, sen burada mısın diye sordum, birkaç resim var, bakmak ister misin, diye sordum. Kabul edince onun yanına gittim. Galericinin 20 bin teklif ettiğiyle küçük bir resim vardı, ikisine 75 bin kron (yaklaşık 180 bin TL) teklif etti, ben de iki resmi ona sattım. Sonra o galericinin yanına gittim, parayı gösterip, “Artık bir milyon da versen, bundan sonra sana resim yok” dedim. Uzun süredir uyumamıştım ama 5 saat daha araba kullanıp eve döndüm. Evin içine adımımı attım, Oslo’dan telefon geldi. Bir video görmüşler sergiyle ilgili, iki resmi sordular, satılmadığını öğrenince de fiyatını sordular. Tanesini 166 bin Kron’dan (yaklaşık 400 bin TL) o iki resmi de sattım.
BERBER SALONUNDA İLK SERGİ
Sonrasında o haber Fransa’da çıktı, İskandinavya’da çıktı, Almanya’da bir sosyal medya fenomeni “haberlerde seni seyrediyoruz” diye sayfasında paylaşıp bana video attı. Olay aldı başını gitti, altı ayda Norveç’in en çok satan klasik ressamı oldum. Ondan sonra Japonya’da Tokyo’da bir yarışmaya katıldım. 3 bin 500 ressamın 5 bin 500 çalışmasıyla katıldığı bir yarışmaydı, şeref ödülü aldım.
Peki, niye Türkiye’ye döndünüz? Daha doğrusu Türkiye’de de çalışmaya başladınız?
Adını dünyada ve Türkiye’de duyurduktan sonra hayatın nasıl değişti?
Türkiye şartlarına göre biraz pahalı bir ressamsınız…
Resim fiyatlarım biraz ağır ama dengelemeye çalışacağız. Norveç’teki koleksiyonerimi de Türkiye’deki sanatseverleri de üzmemem lazım.
Bir sanatçı olarak hayat görüşünüz nedir?
İnsanın içinde sanat aşkı varsa bir gün gelir patlar. Yaş çok önemli değildir, ben çok genç yaşta başlamadım. Bir de bunu yaparken başarmak zorunda olmak, ayrı bir duygu. Hem kendini kanıtlamak zorundasın öte yandan da iki restoranını satıp ben sanatımı yapacağım demişsin. Çok büyük bir sanat aşkı bu bendeki…
BENİM GİBİ ÇILGINA TIMARHANE YAKIŞIR
Biraz aşk, biraz da çılgınlık gibi bir şey…
Aşçılıkla resim sanatı arasında bir bağ var mı?
Aşçılık dünyanın en stresli işi bence. Bazen yemekleri yetiştirmek için 24 saat sabahtan akşama ayakta durabilirsin. Norveç’in en iyi gurme restoranlarında mutfak şefliği yapmışım, yaptığım yemekleri insanlara beğendirmişim. Aşçılıkta, tadında eksiklik olduğu zaman fark ediyorsun, tuzunu, baharatını ayarlayabiliyorsun. Resimde de öyle, insanların beğenisine hitap ediyorsun, eksik bir şeyler hissettiğinde onları tamamlıyorsun. Boyamı kendim yapıyorum mesela… Sonunda sanatseverlerin beğenisini kazanıyorsun. Bunun için gerekli altyapıyı oluşturuyorsun. Tuvalinden boyasına, kasnağından fırçasına kadar her şeyi dört dörtlük yapmaya özen gösteriyorsun. Aşçılıkta da resim sanatında da öncelikle göze hitap ediyorsun.
HER SERGİ BİR DÜĞÜNDÜR
Diğer ressamlardan farkınız nedir?
Tarzınız tam olarak nedir?
Neo klasik… Zamansız… Daha çok insan resmediyorum. Doğumdan ölüme kadar insanın her halini resmediyorum. Bir de kadınları işlemeyi seviyorum.
Nü ağırlıklı mı?
Çıplaklar kampında başkalarının fotoğrafını çekmek gibi…
Evet, aynen öyle… Kendi fotoğrafını çekemiyorsan, başkalarını çekmeyeceksin. Önce kendi nü resmini yap, başkalarının nü resmini yapma hakkını kendinde gör. Bu yüzden ben Türkiye’de nü çalışanlara karşıyım. Kendilerini çalışmazlar ama elin adamını veya kadınını hoş hoş çalışırlar. Onun da eşi, dostu, kardeşi, akrabası var. Ben çabuk soyunan biriyim.
NÜ RESİM ŞEHVET UYANDIRMALI
İnsan resmi çalışırken estetik kaygılar çok fazladır, değil mi?
Mesela, “boya doldur” tabirim vardır. Yani abanın diyorum, ben aşçıyım ya, bir fuarda sordular, o zamanlar beni pek tanımıyorlardı. Büyük resimlerde fırçam güçlüdür, hocam hangi akademiden mezunsunuz, kimden ders aldınız, Mimar Sinan mı, dediler. Ben de onun bir üstü, aşçıyım diye cevap verdim.
Peki, teknik olarak da ders almadınız mı hiç? Ne bileyim, fırça şöyle tutulur, çizgi şöyle çizilir gibi hiçbir eğitiminiz olmadı mı?
Resim yaparken en önemli şey nedir?
Benden ders almak isteyen talebelerim oldu, soruları olduğunda hocayım, çözmem gerek, kendi resmimde yapamadığımı, talebelerimin resminde mecburen yapıyordum. Bu da benim el melekemi geliştirdi. Günde 20 problem çözüyorsun, elbette elin hızlanır yani. Tek başına resim yaptığında düşünmüyorsun, sadece resme odaklanıyorsun. Ama talebelerime gösterirken konuşarak, düşünerek çiziyorsun. Bu şekilde benim fırçam çok hızlandı. Diyebilirim ki, bu tarzda dünyanın en hızlı ressamıyım. Bu kadar hızlı olmamın nedeni, talebelerimdir. Onlar benim hocamdır, onların sorunlarını çöze çöze usta oldum. Aydın’da 10 talebem, uzaktan kumandalı raylı sistemli elektrikli şövalem vardı, yetiştirdiğim en iyi talebeme orayı bıraktım ve ona sen de hocalarını bul, dedim. Benim sana öğreteceklerim bitti, kurs aç, talebe yetiştir, onlar senin gerçek hocaların olacak, dedim.
Resmin büyüklüğü önemli mi?
HER İNSAN BİR DÜNYADIR
Peki, ilham kaynaklarınız var mı?
Asıl ilham kaynağım ve öğretmenim doğadır, bilimsel tekniği öğreten ve hataların tekrarlanmaması için rehberdir. Her insan hayatı dünyanın her yerinden aldıklarıyla gelişir ve bir birey olur. Birey dünyanın kendisidir ve evren, birey var olduğu sürece dünyadır. Her birey vizyonu, davranışı ve yaşamı ile bir dünya yetiştirir ve inşa eder. Kendini insan yapmak diyebiliriz. Buradaki tek sorun, bireyselliğin egoizmle karıştırılmamasıdır.
Çalıştığım her insan başlı başına bir dünya ve benim resimlerimde de bunu görecekler. Doğumundan önce ve ölümünden sonra birey artık bir dünya değildir. Bu yüzden ilk sergimi “Her insan bir dünyadır” ismin koymuştum.
Size gelsem, hocam benim bir portremi yapar mısınız, desem cevabınız ne olur?
Ben kalitenin ne olduğunu biliyorum ve oraya doğru ilerliyorum. Mesela bazı çalışmalarım iki katman ama ben 10-15 katmana kadar gidebiliyorum. Yapabilirim ama bu sefer de senede 1 resim yapabilirim. Şu anda biraz satış resimleri biraz da ağır resimler şeklinde ilerliyorum. Benim felsefem; Kalite her zaman sahibini bulur.
Benim şeref ödülü aldığım resmin adı, “Kadın ve Tanrı”ydı. O resmin bir felsefesi vardır, daha doğrusu yaptığım her resme bir felsefe katmaya çalışıyorum. Yaptığım her resmin bir background’u vardır, bir felsefesi, bir adı vardır. Bana göre felsefesi olmayan resim, dekordur. Ben de dekor sanatçısı değilim.
Yanımda annem vardı, ona başımı Kürtler gibi sarsana dedim, kendi portremi öyle yaptım. Bir tarafta yerde akıntılar var, atölyem akıyor, biraz fakirlik var ama elimde paletim var ve gururluyum. Tarzıma da biraz uzak aslında ama portremi böyle yaptım. İsmini de “Ben Hakan” koydum. Sergiye de koydum, beni tanıyanlar kendimi böyle çizdiğime şaşırıyor. Öte taraftan da bu resimle, gerçek sanat benim, her resim benim bir parçam, diyorum.
















Yorumlar
Yorum Gönder