Tuvallerin arasında boya kokularıyla büyüyen usta ressam Neslihan Can, çocukluğunda “Boyacının Kızı”ydı, üniversitede hocasının taktığı lakapla “Dali’nin dişi versiyonu” oldu. Resimlerinde yansımalara ve gölgelere önem veren sanatçı, en çok da Neslihan Can fırçasına güveniyor. Sorumlu yazıişleri müdürümüz Erol Işık, çok özel bir röportaj yaptı.
Kapak fotoğrafı: Vildan Altınkaya
Kendinizi bir resim akımına ait hissediyor musunuz? Size özgü renkleriniz var mı? Tarzınızı nasıl tarif edebilirsiniz?

Kendimi bir akıma ya da ekole dahil olarak görmüyorum. Şöyle ifade edebilirim; bu benim heyecanım ya da merakımla ilgili olabilir. Daha çok dönemsel olarak ve çevre faktörlerinin etkisiyle dünya üzerindeki akımlara yakın resimler oluşabiliyor. Mesela Hoca Ali Rıza’nın İstanbul peyzajlarını biliriz fakat Avrupa ekolündeki yaptığı manzaraları çok az kişi bilir. Ressamın fikrinin değişmesiyle ya da sanat anlayışının değişmesiyle yakın olduğu ekoller de değişebilir. Bu yüzden resim serüvenimde benim çok farklı dönemlerim oldu. Bir dönem sentez oryantal işler üretmiştim. Bu dönem daha çok 2001 yılında Marmara Üniversitesi Resim Bölümü’nden mezun olduğum yıllardır. Daha sonra Türk klasik eserlerine yöneldim, onlara merak duydum ve o tarz resimler yaptım. Sonrasında sosyal içerikli eserlerim oldu. Son dönemde ise modern tarzda resimler yapmaya yöneldim. Bunlar tabii ki dönemsel olarak merakla alakalı bir durum. Tüm bu dönemler boyunca fırça tarzım hiç değişmedi. Konular farklı da olsa ben her zaman reailst ve hiperrealist bir çizgiye sahip oldum. Sanırım bu fırça tarzım hiç değişmeyecektir. Bu fırçayla başka tarz işler yapabilir miyim, olabilir tabii ki… Çok farklı tarzlar denemek bana kötü gelmiyor. Bir yerde kalan, onu özümseyen, onunla var olan, bir işi gördüğünüzde bu kesinlikle odur dediğiniz bir ressam değilim. Bu tür ressamlar vardır, bu bir seçimdir ama ben sürprizleri severim ve meraklı biriyim bu yüzden de öyle bir ressam değilim.
Okulda bir de lakabınız varmış diye duydum…
Arkadaşlarım arasında “Boyacının Kızı” lakabım vardı ama asıl beni mutlu eden nur içinde yatsın rahmetli Kadri Özaytan hocamızın bana “Dali’nin dişi versiyonu” demesidir. Üniversitede suları insanlara dönüştürdüğüm resimler yapıyordum. Kadri Hocamız da bu nedenle bana öyle derdi.
Bu anlattıklarınızdan üniversiteden sonra resme başladığınız gibi bir algı oluştu. Ben sizin çok küçük yaşlarda resme yöneldiğinizi biliyorum. Daha öncesini de öğrenebilir miyiz?
Profesyonel anlamda diyelim o zaman. Çünkü ressam bir babanın kızı olarak resimle birlikte büyümüş biriyim. Çocukluk, ergenlik, yetişkinlik dönemlerimde hep resimle iç içeydim. Boya, tuval, fırçayla büyüdüm tabii ki… Eskiden tuval bulmak çok zordu, biz tuvalleri babamla birlikte kendimiz yapardık. Okula gittiğimde herkes kendi tuvalini yapacak dendiğinde ben hemencecik yapıverince hoca çok şaşırmıştı. Boya karmasını, oranlarını babamdan öğrendim ben.
Çocukları uyutmak için müzik dinletirler, siz de tuval başında babanızı izlerken uyurmuşsunuz, doğru mu?
İnsanın babası ressam olunca her anı resimle iç içe geçiyor. Atölyede boyalar ya da fırçalarla oynuyor, orada ders çalışıyor, kucağına oturup resim yapmasını izliyor veya izlerken uyuyakalıyorsunuz. Minicik zamanlardan genç kızlığa hatta şimdilere kadar zamanım hep onu izleyerek geçiyor. Bundan da büyük keyif alıyorum. Tabii ki de ondan hala çok şey öğreniyorum.
Sanatçı doğmuşsunuz o zaman… Sonradan değil doğuştan sanatçı olmuşsunuz…
Tabii ki, genetik faktörler de çok etkili. Ortam da sanatçı olmak için etkili, resimle büyümekle de çok ilgili… Bence de sanatçı olarak doğulur. Sonradan sanatçı olunur mu, elbette olunur. Ama sanatçı olarak doğmak daha etkili.
Sonradan sanatçı olmak için daha çok uğraşmak gerek…
Kesinlikle öyle. Resme gönül vermiş, sonradan aldıkları eğitimle eserler üreten sanatçılarımız yok mu, var tabii ki… Güzel eserler de veriyorlar. Ama doğuştan sanatçı olmak bence daha farklı ve resim yolculuğunda yokuşları çıkmak daha kolay.
Bir sanatsever bir resmi gördüğünde bu bir Neslihan Can resmi diyebilir mi? Size ait ayrıntılar neler?
Öncelikle resimlerimde fırçamın karakterini fark edebilir sanatseverler. İkincisi de resimdeki temadır. Az önce söylediğim gibi dönem dönem değişik çalışmalarım olmuştur ama benim resmime bakanlar, işte bu Neslihan Can fırçası derler. Fırçayı bulmak, ne kadar doğru ve başarılı bir iş yaptığınızı gösterir ki, karşı tarafın da bunu fark etmesi doğru iş yaptığınızın göstergesidir. Bunu da sanatseverler takdir edebilir ancak. Sanatseverlerin bu takdirini yakalayabilmek daha büyük bir başarıdır ressam için…
Resimlerinizde benim gördüğüm size ait bir ayrıntıyı söyleyeyim o zaman. Eserlerinizde yansımalar ve ışık kırılmalarına önem veriyorsunuz, doğru mu?
Güzel bir noktadan yakalamışsınız… Harikasınız, işte az önce demek istediğim buydu. Çok da mutlu oldum bu ayrıntıyı yakalayıp sizin söylemenize. Severim ışığı kıran ve ışığı içinde hapseden objeler, nesneleri... Işığı severim yani. Işığı resmedebilmek için gölgelere de ihtiyacınız vardır. Gölgeler de benim için önemlidir. Işık, benim en çok haz aldığım şey. Bir misketteki, sudaki ya da vazodaki ışık, bana büyük haz verir.
Eğitimci yönünüz de var. Atölyenizde öğrencilerinize ne tür eğitimler veriyorsunuz ve bu buluşma nasıl gerçekleşiyor?
Yolu benimle kesişen öğrencilerime daha çok realist bir eğitim veriyorum. Onlara verdiğim soyutlama ya da kavramsal eğitim değil. Temel sanat eğitimi veriyorum. Özetle görebildiğini yapabilme eğitimi veriyorum. Çünkü insan önce görebilmelidir. Babamın çok güzel bir sözü var, dört ayaklı eşeği çok iyi yap ki, altı ayaklı eşeği yapabilesin… Temel sanat eğitiminde gördüğünüz objeleri yaparsınız, sonra onu çevirip yorum katarsınız. Bu yüzden ben realist, görebildiğini yapabilme eğitimleri veriyorum. Yorum katma işi, daha sonraki aşama ve eğitimden sonra gelinen bir nokta.
Ressam olma aşamalarında kendinizi şanslı hissediyor musunuz?
Babadan dolayı ressam bir aileden gelmem nedeniyle hem maddi anlamda sıkıntı çekmedim hem de sanata bakış açısından bir engellemeyle karşılaşmadım. Bu yüzden çok şanslı hissediyorum kendimi. Çünkü bu konular resim sanatıyla ilgilenenlerin önünde büyük engel. Hele hele kadınsanız bu çok daha büyük bir engel. Toplumun bakış açısı, dini baskılar ve en önemlisi de maddi konular insanların resme yönelmesini engelliyor. Bu sorunlar var, yok değil. Ancak bu engelleri aşan ya da kendine fırsat yaratan çok fazla kişi var ve bu kişiler de büyük bir hevesle ben ve benim gibi resim sanatına gönül veren sanatçılara ve atölyelere gelip eğitim alıyor. Hem pratik hem de teorik olarak elimden geldiğince bildiğim her şeyi anlatıyorum, öğretiyorum. Öğrencinin başarısı öğretmendendir, başarılı öğrencilerimin resimlerini görünce mutlu oluyorum. Ben onlara uçmayı öğretiyorum, nereye konacaklarını onlar kendileri belirliyor.
Boş bir tuvalin karşısına geçtiğinizde ilham kaynağınız ne oluyor?
Metodik ve manevi açıdan olaya iki yönlü bakmak lazım. Hisler, düşünceler, yaşanmışlıklar, o anki ruh hali resme yansır. Metodik olarak bakarsak da hazırlık aşaması var. Önce manen sonra da madden devam ediyorsunuz. Karamsar bir haliniz varsa daha duygusal ve hüzünlü işler çıkarttığınız olur. Bazen de aykırı fikirlere gidebiliyorsunuz. Metodik olarak ise ışık, gölge olarak bakıyorsunuz, kompozisyon olarak değerlendiriyorsunuz. Çünkü Hoca Ali Rıza’nın dediği gibi resim bir matematiktir. Natürmortlarında üçgenler çizmiş, resmini bu üçgenlere göre ayarlamış. Kare çizmiş, objeler oturtturmuş. Gerçekten matematik işidir resim. Dengelemek gerekir. Bu sadece natürmortlar için değil, diğerlerinde de geçerlidir. Önce o matematiği resminize oturtuyorsunuz, daha sonra ışık ve gölgeyi tasarlıyorsunuz. Sonra da renkler geliyor. İşte orada duygu ve ruh haliniz devreye giriyor.
Neslihan Can’ın rengi var mı?
Ben, hayatın içindeki renkleri kullanıyorum. Görmediğiniz renkleri kullanmıyorum. Dönem dönem belli renklere ağırlık verdiğimi sonradan fark ediyorum. Resmi yaparken illa ki, bu rengi kullanacağım diye bir takıntılarım olmuyor. Daha önce de söylediğim gibi ışık ve gölge benim için daha önemli.
Beylik bir soru sorayım, sanat sanat için mi yoksa sanat toplum için midir?
Her ikisi de olmazsa olmaz bence. Bazen işlerinizi o sanatın kaidelerine oturtarak yaparsınız sunarken de halka sunarsınız. Akademik bilgilere oturtulur ama halka sunarsınız. Sözün iki tarafının savunucuları da aynı şeyi söylerler ama aslında ikisi de aynı şeyi söyler. Sanatçı, sanki halkın bir tık önünde olmalıdır.
Sanatın dijitalleşmesi veya yapay zekâ ile sanat eserlerinin üretilmesi, NFT gibi yeni bir sektörün oluşması, sanat dünyasını nasıl etkiler?

Teknoloji ve dijital konusuna başlarda karşı çıkmıştım. Ama belki de bu karşı çıkmam teknik açıdan pek bir bilgi sahibi olmamamdan kaynaklanıyor olabilir. Plastik sanatların farklı bir dokusu ya da farklı bir anlayışı vardır. Bunun dijitalleşmesi bana biraz eğreti gelmişti. Fakat gün geçtikçe bunun yeni bir saha olduğunu fark ettim. Mesela enstalasyon, pek de plastik sanat değil. Birisi çıkıp vincin kepçesini sergi salonunun ortasına koyup buna da “dünyanın çöküşü” diyebilir. Hiç bağdaşmayabilir. Bir bianelde gördüm, salonun ortasına bildiğiniz temelleri olan ev yapmışlardı. Bakıyorsunuz bunlar sanat mı diye… Böyle bir anlayış da var. Sanatta dijitalleşme başlangıçta bana da ters gelmişti ama böyle bir alana dönüştü. Olabilir diye düşünüyorum artık. Ama yapay zekâ ile sanat konusu halen bana ters geliyor. Kolaylık getirir mi, ondan da emin değilim. Bir de yapay zekayla üretilen sanatın içinde insanca fikir var mı, ondan da emin değilim. Yapay zekada arada kalıyorum hep. Ama yapay zekayı savunanlar da o programa girilen kodların birleştirilmesinin de çok özel bir sanat olduğunu söylüyor. Arada kalıyorum yani…
Sanatta dijitalleşmenin artması gerçek sanatçıları zorlar mı ya da gerçek sanatı öldürür mü?
Zamanında klasizmin yok olmasının nedeni aykırı sanat anlayışlarıdır. Gelenekselcilik bu manada biraz geriye itildi. Yeni anlayış konuldu, çağ değişti denildi. Kübizmden tutun sürrealizme kadar ve soyuta kadar birçok yenilik, klasik sanat anlayışının sonu oldu. Videoart’lar, bodyart’lar filan, sanat apayrı bir yöne doğru evriliyor. Geleneksel fırça ve klasik eserler tabii ki unutuldu ama şu anda bu dijitalart bugünkü anlayışı yok eder mi, izleyip göreceğiz.
Neslihan Hanım, çok teşekkürler…
Ben de teşekkür ediyorum, sağlıkla ve sanatla kalın…
Yorumlar
Yorum Gönder