Peyzaja post-empresyonist yaklaşım

Taşizm akımının çağdaş temsilcisi İstanbul ressamı: Alev Özas

Şehir peyzajı resimleriyle sanat dünyasında haklı bir üne sahip olan post-empresyonist Alev Özas, renklerin farklı dünyasıyla oynamayı seviyor. Kendi gözünden yaptığı çok özel resimleri büyük ilgiyle karşılaşan Özas, “Ben peyzaj yapıyorum, daha doğrusu şehir peyzajı yapıyorum. Üniversiteden beri hep empresyonistlere hayrandım ben. Hem yaşam biçimlerine, bakış açılarına, biraz sosyalist tavırlarına… Avangart sanatın başlangıcı diyebilirim. Ben kendimi post-empresyonist olarak görüyorum. Bu akımda renk ve armoni açısından bana yakın çalışmalar var” diyor.

Kadın ressam olmanın zorlukları var mıdır? Hangi akım ya da başka bir deyişle ekol içerisindesiniz, tarzınızı tanımlamak gerekirse neler söylersiniz?

Türkiye’de kadın ressam olmak başlı başına zor bir durum. Maalesef ki, bir erkeğin desteği olmalı. Neden derseniz, rönesanstan bu yana resim sanatı hala erkeklerin egemen olduğu bir dünya. Dünyada 1960’lardan sonra kadınlara imkân sağlanmış, Türkiye’de ise yeni yeni olanaklar sağlanıyor diyebilirim. Birkaç tane de ressam ve heykeltraş arkadaşımız var. Türkiye’de olmak ve bunun üzerinden para kazanıyor olmak çok zor ve zaman alan bir şey. Bu bir süreç, bu bir serüven. Resim sanatı bana göre biraz yaş almayla olgunlaşan bir şey.

Bir ressamın akımlara çok hâkim olması lazım. Her şeyi özümsemiş ve bitirmiş olması gerekiyor. Ben peyzaj yapıyorum, daha doğrusu şehir peyzajı yapıyorum. Üniversiteden beri hep empresyonistlere hayrandım ben. Hem yaşam biçimlerine, bakış açılarına, biraz sosyalist tavırlarına… Avangart sanatın başlangıcı diyebilirim. Ben kendimi post-empresyonist olarak görüyorum. Bu akımda renk ve armoni açısından bana yakın çalışmalar var. Empresyonistlerde daha çok üst üste vurmalar, birbiri üzerine darbelerden oluşması var. Post-empresyonistlerde renkler daha net, daha ışıklı ve daha kayıtsızdır, daha serttir. Biraz daha sorgulayıcı ve uyarıcı etkisi vardır.

Resim çizmeye başladığınızda ve ressam olmayı hedeflediğinizde başta aileniz olmak üzere bir desteğe ihtiyaç duydunuz mu?
Üniversiteye hazırlandığım dönemde dahi çalışmaya başlamıştım. Bir taraftan da ders aldım. Her işi yaptım ben. İngilizce dersleri veriyordum örneğin. Okul süresince param yoktu, dahası malzeme de yoktu. O dönemler dibi gördüm yani. Hatta üniversitede Ramiz Aydın Hocam bana iki tane tuval almıştı, dünyalar benim oldu. Bir arkadaşım Atatürk Kültür Merkezi’nden siyah bir tuval bezi bulmuştu, çok mutlu olmuştum. Son paramı taksiye verip resimlerimi sergiye götürüp o sergiden boş döndüğüm oldu. Çok uzun süre süründüm ama vazgeçmek aklımdan hiç geçmedi.

FİGÜRATİF DEĞİLİM

Resimlerinizde daha detaycı, daha çizgisel, bir nevi fotoğraf gözüyle ayrıntıları dip noktasına kadar işlendiğini görüyoruz. Neredeyse belgesel tarzında resimler üretiyorsunuz. Bu size özel bir üslup mu?

Sizin resim sanatına bakış açınıza uygun olarak her hocadan aldığınız birkaç done var. Mesela beni karakalemden üniversiteye kadar hazırlayan hocam, somut-soyut ilişkisinde çok zorlardı. Soyut çalışacaksan önce somutunu yap derdi. İlhan Şen Hocam, olanın üzerinden git, olmayanın üzerinden sakın yapma, altı boş durur derdi. Ramiz Aydın Hocam, taşizm de dediğimiz renklerin dansı, armoniyle olan ilişkisi üzerinde yoğunlaşmamı isterdi. Devrim Erbil Hocam ise ayrıntı kaygısını işlerdi.

Resimde geliştiğim dönemde soyut çalışmalar, figüratif çalışmalar da yaptım. Ama içini bir türlü dolduramıyordum. Zaman ilerleyip bunları birleştirip biçim kaygısına girince figüratif olmadığımı hissettim. Şehir peyzajı, empresyonizm aslında mekân, doğa aslında… Doğa nerede İstanbul’da, ben İstanbulluyum, ben de İstanbul’daki doğayı gösteriyorum. Dolayısıyla İlhan Şen Hocamın dediği gibi olanın üzerinden gitmeyi seçtim. Hayalden bir şey koymuyorum. Resimlerime hayalimden koyduğum şeyler, renktir ve armonidir.

RENKÇİ RESSAM

Kendinizi “renkçi ressam” olarak tanımlıyorsunuz anladığım kadarıyla. Renkler sizin için ne kadar önemli.
Evet, “renkçi ressam” diyebiliriz. Renkler benim için çok önemli. İster monogram olarak tek armoniden gitsin ister kontrast olsun ister pastel olsun fark etmez benim resmimde renklerin ön plana çıkması lazım. O resme baktığımızda binaları göreceğiz ama ondan önce renkleri görmemiz lazım. Kaygım o yönde.

Siz aslında Devrim Erbil’i İstanbul resimleri yapma eğilimine yönlendiren ressamsınız. Bir röportajında beni bu tarza asistanlarım yönlendirdi demişti…
Devrim Hoca önceden de İstanbul resimleri yapıyordu. Beraber çalıştığımız dönemde bizleri zaman zaman renkler konusunda özgür bırakırdı. Kendime zevklerime uygun renkleri kullandığımda eğer beğeniyor ve onaylıyorsa onu kullanıyordu ve seviyordu. Röportajında öyle dediyse bu durumu kastetmiştir.

Taşizm etkilerinin olduğu resimleri yapan bir siz varsınız bir de Devrim Erbil var. Kim kimi etkiledi? Bir de sizin resimlerinizde daha derli toplu binalar var, Devrim Hoca’nınkiler daha çizgisel. Devrim Hoca’da çok martı var, sizde yok. Hatta sizinkilerde canlı hiçbir şey yok. Neden?Ben Devrim Hoca’yı gençliğim ve enerjimle etkilemiş olabilirim. Ben de kendi öğrencilerimden aynı etkiyi alıyorum. Onların dünyası bize enerji veriyor. Öğrencileri biraz çalışma azmiyle doluysa hoca bundan faydalanır. Ben Devrim Hoca’ya naçizane böyle bir enerji verdiysem ne ala. Benim ondan aldıklarım ise sabır ve tekniktir. Üslup değil, tekniktir. Teknikten kastım ise, ince uçlu fırçayı kullanabilme kabiliyeti. Bu da benim için çok önemlidir. Hoca lirik resim yapar, daha soyut daha epik, daha uçuşan biçimleri sever. Ben daha gerçekçi daha net çalışmayı seviyorum. Martı konusuna gelince kuş resmi yapmayı sevmiyorum. Resimlerimde hareket eden bir şey olmaz, her şey durur. Ama renk konuşur.

POST-EMPRESYONİZM

Renkler konusunda da farklı bir tarz görüyoruz. İnsanlar gerçekte sizin renklerinizi görmüyor aslında, doğru mu?

İşte tamamen empresyonist yapsaydım gözle gördüğünüz renkleri resimlerimde görebilirdiniz. Ama post-empresyonizmde bu renkler çok farklı olur. İlk anda gökyüzündeki mavilik arasındaki pembelikleri göremeyebilirsiniz ama dikkatli baktığınızda bu renkleri görürsünüz. Bu empresyonizm. Siz bu gökyüzünü kırmızı yaparsanız, kırmızının içindeki armonileri koyarsanız, o post-empresyonizm olur. Resimlerimde ışık-gölge oyunu da var biraz. Işık-gölge eğitimi, üniversiteden önce karakalem eğitiminde verilir. Bunu yapabilmek için de karakalem eğitiminin çok iyi olması lazım.

Klasik bir soru sorayım. Sanat, sanat için mi yapılır, sanat toplum için mi yapılır? Resim yaparken sizi mutlu eden, sizi tetikleyen şeyler nedir?
Sanat, sanat için yapılır. Ben o cephedeyim. Sanat, para için yapılmaz. Ben, yavaş yavaş bu işten para kazanıyor olabilirim ama kazanmıyorken de resim yapıyordum. Toplum sanatçıyı takip etmek zorunda.

Baktığınız açıdan gördüğünüz obje ya da manzarayı algı biçiminiz ve bunu tuvale aktarımınızda neler sizi etkiliyor?
Benim için Galata’yı çizmişim, Kasımpaşa’yı çizmişim, New York’u çizmişim, çok önemli değildir. Benim için önemli olan o resimde hangi renk armonisini kullanmışım, bu önemlidir. Oradaki biçim kaygısı ve hangi renkleri kullandığım, ışık-gölge oyunları önemli. Elime bir tahtayı bile verseniz, ben onu kendi üslubumca boyayacağım. Bu yüzden objenin bir önemi yok.

TERCİHİM YAĞLI BOYA

Yağlı boya mı, akrilik mi?

Yağlı boyanın ömrü uzun. Boya demiyorum ama iyi yağ kullanıldığında 300-500 yıl kalıcı resimler yapabilirsiniz. Ben resimlerimin, 50 sene sonra grileşmesini istemem. Guaj boya ve akrilik boyaların tadını ben çok sevmiyorum, biraz mat oluyor ve grileşiyor. Akrilik, çabuk kuruyor, benim böyle kaynaşmasını istediğim alanlar da oluyor. Yağlı boyaya hâkim olmak biraz daha zordur.

Usta-çırak ilişkisinde neler aldınız, neler veriyorsunuz?
Öğrenciye aktardığınız plastik değerlerin tamamıdır, bilgi yüklü olması gerekiyor çünkü. Karakalem çalıştığım gençler de var, 70 yaşın üzerinde yaşlılar da var. Her gruba verdiğim eğitim farklı. Ancak vermeye çalıştığım tamamıyla bilgi, donanım ve teknik. Bildiklerinizi paylaşabiliyorsanız, eğitimcisiniz demektir. Bildiğim her şeyi öğrencilerimle paylaşırım ve o ışıltıyı gördüğümde çok heyecanlanıyorum.

O ışıltı nasıl bir şey?
Söylediğinizi çok iyi özümsediğini, teknik anlamda verdiğiniz bilgiyi hemen aldığını gözlemliyorsunuz. Anlattıklarınızın üzerine bir şeyler kattığını görüyorsunuz. Mesela yurtdışına hazırladığımız öğrenciler var, onlara bütün akımları anlatarak, yeni öğrendiğim bilgileri de aktararak hazırladığımız öğrencilerden öyle güzel geri dönüşler alıyorum ki, gerçekten çok heyecanlanıyorum. 

Sanat dünyası sanatçıları nasıl değerlendiriyor?

Sanat dünyası bir değer biçmiyor. Toplumumuzdaki alıcılar, markalaşmış ressamları tercih ediyor. Usta bir sanatçıyla yeni bir sanatçı arasında en az 30 sene fark vardır. Birikimleri farklıdır ve saygı gerektirir. Marka olunca yaptığınız resmin ne olduğuyla pek ilgilenmiyor insanlar. Bakın sanatsever demiyorum, alıcı diyorum. Alıcılar bir eserin değerini tayin ediyor.

Ben resim yaparken parasal yönünü hiç düşünmüyorum, düşünmek de istemiyorum. Ben sanatımı yapıyorum, değerini toplum belirliyor.

Sanatta bir sanatçı ya da akım modası var mı?
Tüm sanat tarihini kastediyorsak, moda diye bir şey yok. Resim sanatında birileri bir akımı ortaya çıkarıyor, bir süre de o akıma uygun resimler yapıyor. Bir diğeri çıkıyor, bu böyle yapılmaz diyor, kendi akımını ortaya koyuyor. Bu moda değil, düşünce biçimidir. Sanatçılar, satsa da satmasa da sanatlarını icra ederler. Şu kadarını söyleyebilirim; Sanat asla tesadüflerle oluşmaz.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Günnur Ulusoy'dan "Çizgisel Hayatlar"

Anadolu efsaneleri

Kadın girişimciden Doğu'ya yatırım

Şima'nın mitolojik kadınları

İşte “Miss&Mr. Fashiontv 2024”

Batman'dan sonra Kars'ta

Kadınları hayattan ayırmayın!

Güzeller “Dubai Çikolatası” yaptı