Şahin Paksoy: 10 yıl sonra MUHTEŞEM DÖNÜŞ
Şahin Paksoy: Resim yetiştiremiyor |
Rusya ve Orta Asya’da geçirdiği 10 yıl aradan sonra Şişli’deki atölyesinde yeniden çalışmalarına başlayan usta ressam Şahin Paksoy, resim piyasasını alt üst etti. Daha önce yaptığı tüm resimleri koleksiyonerler tarafından alınan Paksoy’un, yeni resimleri de boyası kurumadan satılıyor.
Ferah, geniş; resimleri ve koleksiyonunu yaptığı otantik objelerle dolu Şişli’deki atölyesi, içeri girdiğinizde çıkmak istemeyeceğiniz bir yer. Gelen gideni epey fazla bir atölye zaten. İki yardımcısıyla birlikte atölyede üç kişliler ama her gün 15-20 kişilik yemek pişiyor. Paksoy’un arkadaşlarının da resimlerini almak isteyenlerin de atölyenin bulunduğu Şişli’deki milli piyangocunun da tabağı hazır… Ortadaki geniş masa tam bir toplantı masası; üzeri Paksoy’un renkli boyaları ve fırçalarıyla dolu. Kimi ressamın dinlenme anlarının, kimi sohbet ya da yemeklerin ‘leziz’ ürünleri.
Paksoy tam bir muhabbet insanı; deyim yerindeyse ‘ülkeyi kurtarma’ konusunda da sanat dünyası hakkında konuşurken de sözünü sakınmayanlardan. ‘Modalara’, o günün yükselen değerlerine, piyasanın taleplerine kulak asmadan en iyi bildiği yolda ilerlemek, bir geleneğe yaslanmak popüler deyimle onun ‘mottosu’. Nazmi Ziya’ların, hayattayken doğru dürüst resim satamayan ama ölümünün ardından Türkiye’nin en pahalı ressamı olan Erol Akyavaş’ların ‘kulübüne’ ait hissediyor kendini… Peter Weir’in kültleşmiş filmi, aykırı edebiyat öğretmeni Bay Keating’in gözlerden ırak şiir derslerini anlatan ‘Ölü Ozanlar Derneği’nin bir üyesi misali...
KADINLARIN NEDEN ŞİŞMAN?
İyi de ölümden sonra değer kazanma durumu bir ressama kendini kötü hissettirmez mi? Paksoy gülümseyerek yanıtlıyor; “Kötü hissettirmez, zaten bir sanatçıya kendi tarzından başka bir şeyi yaptıramazsın, keyfi kaçar. ‘Para kazanacağım’ diyerek modaya yönelmek bütün emeklerin boşa gitmesinden, ölümden sonra değer kazanmaktan daha kötü.”
Paksoy’un sanatı, Akademi’deki öğrenciliğinden bu yana sıradan insanların günlük yaşamlarını yansıtma üzerine kurulu. Kendine özgü figürleri, bir tablosuna baktığınızda kolaylıkla “Bu adam, bu kadın Paksoy’un fıçalarından çıkmış” diyebileceğiniz kadar imzaya dönüşmüş. Çevresinde ya da mesela yolda giderken gördüğü birinden etkilenip onu tuvale aktardığını söylüyor Paksoy. Sıkça karşılaştığı sorulardan biri “Kadınları neden bu kadar kilolu çiziyorsun?” oluyormuş. Açıklaması basit; “Siz çevrenizde nasıl kişiler görüyorsunuz ki?”
HER SERGİYE PLAYLİST
Davranışları, giyimi, duruşuyla bu coğrafyaya ait olduğu belli olan ama kendine özgü bir hava yakalamayı becermiş insanlardan etkileniyor.
Her sergisinin bir ‘playlist’i var Paksoy’un. Bodrum’da açacağı son sergisindeki resimlerini yaparken caz dinlemiş. Daha önceki sergilerinden birinde Müslüm Gürses’in halk müziği yorumlarını, birinde Kazancı Bedih’i, bir başkasında Erkin Koray’ı... Farklı müzikleri tercih etmesi; konuya farklı açılardan bakmayı kolaylaştırmasından… Bu CD’leri albüm olarak yayınlamayı düşünüp düşünmediğini sorduğumuzda, “Belki bir gün olabilir” diyor.
Paksoy, resim yapmadan gününü iyi geçiremeyen biri. Gece kaçta yatarsa yatsın sabah 06.00’da kalkıp 4-5 saat tuvalin başına oturdu mu kendini mutlu hissediyor.
‘BALON’ PİYASANIN TAKLİTÇİ RESSAMLARI
Sergileri takip ediyorsanız dikkatinizi çekmiştir; son yıllarda genç sanatçıların sergilerinin arttığını, cinsellik, şiddet gibi ‘sert’ konuların öne çıktığını görüyoruz. Paksoy bu manzaradaki iki duruma dikkat çekiyor.
Birincisi; gençlerin basamakları teker teker çıkmak yerine piyasanın taleplerinden dolayı resim dünyasına en tepeden girmeyi istemeleri… Örneğin figür yapmadan soyut resme yönelmeleri… Soyut resmin sanatın üst basamaklarında yer aldığını, kendisinin bu yaşa gelmesine rağmen soyut resme ancak yönelebildiğini, Picasso’nun bile figür konusunda ustalaştıktan sonra çok iyi tanıdığı figürü bozarak soyut resim yaptığını anlatıyor; “Bir şeyi çok iyi tanımazsan onu bozamazsın!”
İkincisiyse bu coğrafyanın geleneğiyle bütün bağları koparıp, küreselleşmenin şekillendirdiği piyasaya uygun tarza yönelmek ve taklitçiliğe düşmek. Bir örnek istediğimizde Bedri Baykam’ın, Burhan Doğançay’ın isimlerini duyuyoruz. Önceki ay gündeme gelmişti; Baykam boş bir resim çerçevesini asmış, iş adamı Murat Ülker de bu çerçeveyi 125 bin dolara satın almıştı. Bu eserin, 100 yıl önce dadaistlerin yaptıklarının kopyasından başka bir şey olmadığını söylüyor.
Peki ya ‘piyasa’ bu taklitlere nasıl ilgi duyuyor? Paksoy’un açıklaması yine basit; “Çünkü Türkiye’deki piyasa tamamen spekülasyon üzerine kurulu, altı dolu değil, bir süre sonra patlayabilecek bir balon.”
Paksoy, atölyesindeki bir hat sanatı eserini gösteriyor. 1900’lerin başına ait, büyük boyutlu, stilize edilmiş Arapça harflerle yazılmış bir eser. “Bugünlerde genç bir ressam görüyorsunuz mesela; Paul Klee gibi resim yapıyor. Ama taklit elbette. Bizim Paul Klee’mizi arayacaksak bu hat’ı yapan sanatçıyı görmemiz lazım.”
Yorumlar
Yorum Gönder